Bi' Sanat Molası

Ataşehir Kültür olarak yeni bölümümüz, “Bi’ Sanat Molası” serimizde Sanat Tarihçi Ceylan Kayhan Ataşehir’den yola çıkarak İstanbul’un sergilerini, müzelerini, galerini ziyaret ediyor. Sanata doyacağımız bu serimizde Ceylan Kayhan, sizlere güncel sanat konularından bahsedecek ve sanatçılarla yapacağı röportajlar ve söyleşiler ile sizlerle buluşacak. Bunlardan ilki Labirent Sanat, Burçin Erdi’nin son dönem çalışmalarının yer aldığı “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok“ isimli sergisi sizlerle.

Bi’ Sanat Molası – “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok”

Labirent Sanat, Burçin Erdi’nin son dönem çalışmalarının yer aldığı “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok“ isimli sergiye 8 Aralık – 21 Ocak tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. Bu serginin ismi 21. Yüzyılda ticarileştirilmiş genetik mühendisliğinin toplum üzerinde yaratabileceği olası sosyal sonuçları konu edinen “Gattaca” (1997) filmindeki Vincent karakterinin, yaşadığı zorlu süreçlerden sonra söylediği “İnsan ruhu için bir gen yok” repliğinden geliyor. Sanatçının eserlerinde, yaşam – ölüm, doğa – insan gibi zıtlıklar ve bu zıtlıkların aslında birbirini tamamladığı bir döngü görüyoruz. “ İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok” sergisi üzerine sanatçı Burçin Erdi ve Labirent Sanat’ın kurucusu Hande Özdilim ile bir röportaj gerçekleştirdik.

 

1.) Kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? Sizi etkileyen akımlar, sanatçılar neler?


Burçin Erdi: Merhaba, öncelikle eğitimimden bahsedeyim. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nde lisans, yüksek lisans ve Sanatta Yeterliliğimi tamamladım. Eğitimim sırasında Resim hayatımın en önemli yerine yerleşti ve aralıksız bir sürecin içine girmiş oldum. Uzun seneler yurtdışında yaşadım. Dünyanın birçok yerinde sergilerim oldu. Hayatımda olan ve yaşadığım her şey bu üretimin içine dâhil oldu. Kendi resmim için kaygılar, temalar sürekli değişti fakat resmin altında yatan biçim ve bununla birlikte malzeme araştırması hiç bitmedi.

Resim Tarihinde yer alan birçok sanatçıdan etkilendim. Kimisinin biçiminden, kimisinin renginden… Ama sanırım benim için en önemli Leonardo da Vinci ve Anselm Kiefer diyebilirim.

2.) Eserlerinizin ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte sizi neler besler? Malzeme kullanımı ve tekniğinizden bahsedebilir misiniz? Resim eğitiminden önce mimari restorasyon eğitimi de aldınız, bunun eserleriniz, tekniğiniz üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Burçin Erdi: Resmin hayatımın her anında benimle birlikte olduğunu hissediyorum. Oldukça hareketli ve değişken süreçler içeren bir hayat yaşıyorum. Ne yaşarsam, hayatıma ne dâhil olursa, resmime yeni bir malzeme olarak katılıyor. Yani birbirleriyle organik bir bağ kuran resimler yaptığımı düşünüyorum. Böyle düşünmek beni heyecanlandırıyor. Her zaman kendimi sonu olmayan bir oyunun içinde hissediyorum.

Malzeme ve teknik resmin üretim şartlarıyla şekilleniyor. Geçmişte aldığım Restorasyon eğitimim ve bu alanda yaptığım çalışmalar resmimi ve tekniğimi zenginleştiriyor. Üç boyut ve espas, boşluk algılamalarıma katılıyor. Restorasyonda kullanılan malzemenin tarihsel süreçte gelişimini izleyerek esinler alabiliyorum. Bu da bana cesaretle deneme gücü veriyor. Dediğim gibi yaşadığım her şeyi resmime katma oyunuma fayda sağlıyor.   

3.) Eserlerinizde yaşam - ölüm, doğa - insan gibi zıtlık yaratan kavramların kullanımı dikkat çekiyor. Eserlerinizde zıtlık yaratan kavramların bir arada kullanılmasının özel bir nedeni var mı?

Burçin Erdi: Görme biçimim maddenin formu ve biçimi üzerinden ilerliyor. Görsel olarak biçimlerin birbirini takip etmesini izlediğimde sondan yine başa geldiğimi fark ettim.

En küçük birimin ve en büyüğünün aslında birbirinin aynısı olduğunu fark etmek eğlenceli geldi. Duygu ve beden betimlemelerinde yine benzer durum izleniyordu. Acı çeken bir insanın beden dili, spor etkinliklerinde mücadele gösterenlerle nerdeyse aynı olduğunu gördüm. Bombalarda parçalanan atletler yerleştirdim resimlere. İnsan atletler köpek atletler oldu sonra. Köpekler biçim ve hareket olgusundan hareketle spermlere dönüştü. Tıbbi anne rahmi fotoğrafları gördüğümde ormanları gördüm. Ormanların içine insan yumurtası yerleştirdim. Semboller yükledim pek çok anlamda. İnsana dair olsun istedim. İnsanın en ilkel noktalarına dokunup kaçtım, izleyicinin resmime katılmasını istedim hep. Sorular sordum. Döllenen yumurtalar bu sergide doğdu ve sürecini tamamladı. Devamının nasıl geleceğini bilmiyorum.

Çıkış noktalarım hep form üzerinden oldu ama çoğu zaman beni kavramsal ifadelere ulaştırdı.

Mikro-makro, acı-mutluluk, doğum-ölüm, hücre-evren…
 

4.) “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok “ sergisi ismini Gattaca (1997) filmindeki bir replikten alıyor. Bu filmin sizde yarattığı etki nedir? Serginin ortaya çıkış süreci nasıl gelişti?


Burçin Erdi: Bilim oldukça ilgi alanıma giriyor. Ve bilimin sanat üretimlerinin üzerine etkisi tartışmasızdır. Sinema görsel sanatlar alanında kuşkusuz en betimleyici yerini alır. Elbette bu sanatın içerisinde birçok farklı oluşumun birlikte çalıştığını biliyoruz. Sinemanın üstten bakan bir algılama biçimi vardır. Edebiyat metinle, resim görsel ile müzik ritim ile birlikte katılarak gibi birçok etken sinemayı değerli kılar. Benim de bilim kurgu dünyasına bir merakım olduğunu söyleyebilirim. Yaptığım okumalar ile birleştirdiğim görseller, izlediğim filmler benim dünyamı etkilemektedir. Kendi penceremden betimlediklerim, benim beyin kayıtlarımdan geliyor. Genetik üzerine yapılan bilimsel çalışmalar hızına yetişmeksizin ilerlemektedir. Gen teknolojisi insanın hayal bile edemeyeceği şekilde gelişmekte. Ve buralara biraz göz gezdirdiğimizde gelecekteki insanın nasıl olacağını düşünmek durumunda kalıyoruz. Bu sinema filmi de insan beynin yarattığı senaryolardan bir tanesi. Benim de fütüristtik düşünme biçimime uygun ve beni heyecanlandıran oldukça başarılı bir sinema filmi “Gattaca”. Filmin içinde ana karakterin kendini sorgularken söylediği bu cümle sergime isim vermeme sebep oldu.

5.)Bir oğlunuz var, onun eserlerinize etkisi nedir? Üretim sürecinde de yer alıyor mu?

Burçin Erdi:
Resim üretimim hayatımda ne değişiklik olursa devam eden bir olgu. Oğlum hayatımın en önemli parçalarından. Onun hayatıma girmesi benim yeni bir heyecan ve küçük bir insanı gözlemleme merakım ile birleşti. Onun varlığının müdahalesi haricinde fiziki katılımı da üretim süreçlerime hep dâhil oldu.
 

6.) Aynı zamanda akademisyen olan bir sanatçı olarak günümüz sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burçin Erdi:
Akademisyen olmam üretim sürecini farklı bir bakış açısıyla görmemi sağladı. Bir sanatçı üretiminde aslında akademik bir yol takip eder. Çağın içinde kalır, bilgileri taze tutmaya çalışırsınız. Daha genç bir meraklı sanatçı adayıyla beraber soruları düşünürsünüz ve hep sorgularsınız. Gerçek resim tanımını kavramak zorlu bir süreç. Ardından kendine olan inancı kazanıp bu yolda devam edebilmek zorlu bir yol. Bu kaygılarla başlayan ama bir o kadar heyecan dolu bir yol.

Türk Resim Sanatı tarihinin başlangıcı yakın sayılır. Tabi ki dayandığı büyük bir geçmişi var, ama dünyada yerini bulması için gerçekten gösterilen bir çaba olduğunu görebiliyoruz. Türk sanatçılar ve galerilerle yapılan çalışmalar her gün daha değer kazanmaktadır. Müzelerimizin sayıları artmakta ve çağdaş sanat mekânlarının oldukça kaliteli bir çizgiye geldiğini görmekteyiz. Biz de kendi kültürümüze ve tarihimize bakmayı görev bilmeliyiz. Özgünlük bu yollardan geçiyor. Daha çok yazılmalı ve belgelenmelidir. Sanat yazarlarımız her gün artarak bizim sanatımızı yazacaklar ve Türk resmi birçok etkenle birlikte değişen dünya şartlarına uyum sağlayarak yerini bulacaktır.

7.) Serginin ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir misiniz? (Sanatçı ve Galeri için)


Burçin Erdi: Labirent Sanat; Sevgili Hande ve Ufuk ile tanışma sürecimiz oldukça uzun. Benim çalışma ve üretim dönemlerimi yıllardır biliyorlar. Bu sergiyi uzun zamandır konuşuyoruz. Günlerce, saatlerce süren konuşmalar yaptık. Heyecanlarımı paylaşmaktan hep mutluluk duydum. Sanat konusunda birikimi oldukça derin insanlarla konuşmak değerli olduğu kadar tüm samimiyetleri ile sanatçıyı anlamayaçalışmaları sanatçıyı güvende hissettiriyor.

Hande Özdilim ( Labirent Sanat Kurucusu ) :Burçin, uzun zaman önce çalışmalarını takip etmeye başladığım, zaman içinde farklı sanat kurumlarında gerçekleştirdiğimiz sergi projelerinde ve Labirent Sanat’ın açılış sergisi dâhil birçok sergide birlikte çalışma imkânı yakaladığım bir sanatçı.

Burçin’le sergi ile ilgili pandemi öncesinde konuşmaya başlamıştık. O zaman yapmayı düşündüğü, “Doğa Ana” sergisindeki resimlerin bağlanacağı bir seriden bahsetmişti. Uzun bir sessizlik ve demlenme sonrasında sergideki resimlerin eskizlerini ve yapım aşamalarını bizimle paylaştı. Heyecan vericiydi! Tohumun filizlenmesi gibi, düşünsel oluşumunu zaman zaman Burçin’den dinlediğim işlerin, hayata gelişine uzaktan sessizce ve temkinli bir şekilde tanıklık ediyordum. Resimler ortaya çıktıkça; birlikte yeniden serginin bağlamı üzerine düşünmeye, fikirlerimizi paylaşmaya, okumaya, izlemeye, dinlemeye başladık. Burçin, yıllar önce izlediği bir filmde geçen repliği defterine not almıştı: “İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yok”. Hem Burçin’in düşünsel ve üretim süreçlerini etkileyen doğum-ölüm, doğa-insan, insan-hayvan, zihin-beden, doğal-yapay gibi kavramları sorgulattığı, hem de izleyicinin yapıtla karşılaşma anında ve sergiyi yorumlarken daha özgür hissedeceğine inandığımız için sergi adının bu replik olmasına karar verdik. Sergi adının seçiminde, metni akışında ve resimlerin mekân içindeki kurgusunda bir hikâye anlatmak ve düşünce akışışını sınırlandırmak yerine her ziyaretçinin kendi kurgusunu yaratabileceği diyalojik bir deneyim yaşa(t)mayı amaçladık. Sergiyi 21 Ocak’a kadar Labirent Sanat’ta ziyaret edebilirsiniz.

 

 

Ceylan Kayhan